25 Ekim 2014 Cumartesi

7. Hafta: Özgür Yankaya 2 - 1 Gençlerbirliği (25.10.2014 - Cumartesi)

Bu tür maçlar Gençlerbirliği adına ölçü olmayan maçlar, 11'e 15 (hakem 3, 4 kişilik) oynanan bu karşılaşmalarda Gençlerbirliğini 1-0 galip sayabiliriz. Galiptir bu yolda mağlup, sonuca sevinilmesi bile gerekebilir. Sahada olan biten şeylere futbol falan demek bu oyuna kocaman bir hakaret olur. Büyük bir küfürdür. Bu yüzden illa konuşmak gerekiyorsa farklı boyutlarda düşünmek gerekir. Özgür Yankayanın üyesi olduğu futbol federasyonu, türkiye devleti, oyunun sonucuna göre kulüplere bir miktar para verir. İşte bu para kirli paradır. Haramdır. Hırsızlıktır. Eğer böyle bir tiyatronun olduğu bir karşılaşmanın sonucu Gençlerbirliği lehine olsaydı da ortada dönen para, kirli para olurdu. Türkiye futbol federasyonuna bağlı olan Gençlerbirliği de aslında dolaylı veya dolaysız bu işlere ortak olmuş olur. Böyle yalanların, hırsızlıkların olduğu bir kültürde yaşam sürdürmekle de kendi adıma utanıyorum. Tepki verin, vermeyin, küfür edin, etmeyin. Burada yaşıyorsak bir şekilde günaha batmış vaziyetteyiz demektir. Bu topraklarda doğmak bir suçtur, ahlaksızlıktır. Gençlerbirliği de ahlaksız bir takımdır, kulüptür. Şerefini kurtarmak istiyorsa hiç düşünmeden ligden, federasyondan kopmalı. İsmi de tarih olmalı, hatta silinmeli...

21 Ekim 2014 Salı

6. Hafta: Gençlerbirliği 0 - 0 Erciyespor (20.10.2014 - Pazartesi)


Kendimi bildim bileli takımlar ne hikmetse lige verilen araları istisnasız hep iyi değerlendirirler. Lige verilen bir başka aradan sonra bu maçta iki takım da bu arayı hiç değerlendirmemişler.

Sakatlıktan dönen Doğa dışında Berat Uğur'un yerine 11'de maça başladı. Maç başladığından itibaren kötü bir futbol vardı. Bülent Korkmaz'ın her zamanki defansif oyun anlayışı bozulmadı. Haliyle deplasmanda daha da sıkı bir defansif oyun oynayacakları kesindi. Bunun hiçbir tarafını göz önüne almamış bir Gençlerbirliği vardı. İrfan Buz fazlasıyla temkinli bir takım çıkardı. Belki oyuncular hücum karakterliydi ama anlayış bu karakterde değildi.

İlk yarının bitmesine yakın Gosso'nun sakatlanmasıyla Petrovic, ikinci yarıya başlarken de uzun zaman sonra 18'e alınan Mervan Berat'ın yerine oyuna girdi. Bu değişikliklerin ne oyuna ne de skora bir tesiri vardı. Berbat ve ruhsuz futbol beklendiği gibi golsüz bitti. İrfan Buz 72'de Hikmet yerine Uğur'u alarak sahada boş gezen Guido veya  Nizamettin yerine İrfan'ı hiç kullanmamış ve yine çok kötü oyuncu değişiklikleri olmuş oldu. Ek olarak takımı gazozuna maç yapıyormuş gibi İrfan Buz'un hiç bir planı ve rakip analizi yok gibiydi. Maçta aklıma gelen tek pozisyon Tosic'in ortaladığı yere seken topu takip eden Guido'nun dışarı yolladığı pozisyon...

Bu maçla birlikte İrfan Buz aşağı yukarı nasıl bir hoca olduğunu gösterdi ve açıkçası korktuğum başıma geldi. Çok sıradan, temkinli bir oyun anlayışı rakip kim olursa olsun değişmeyecek gibi... Nizamettin ısrarı ve İrfanla Berat'ı pek düşünmemesi hepsinden kötü. Bu gidişle 3 maçta 4 puan gibi bir istirarla ligi orta sıralarda bitiririz. İnşallah yanılırım.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Türk Futbol Basınının "Ekol" Fetişizmi

"Ekol" belki de kulağa çok hoş gelen bir kelime ama ben bu zevki hiç tadamadım. Tam olarak ne anlama geldiğini bilmemekle birlikte bilmek de istemiyorum. "Futbol ekolü", "Alman ekolü", "Ekol olamadık.", "Bizim bir ekolümüz yok" gibi tabirlerle çok sık karşımıza çıkan bu kelimeyi maalesef hiç sevmedim. Aslında benim bu kelimeden gıcık kapmamın altında yatan şey kelimenin kendisi değil. Birçok şeyde olduğu gibi yeni fikirler üretememenin verdiği endişeyi yok etmek için genellikle yabancı kökenli olan kelimeleri işin içine sokup sözcüklerin havasına fazlasıyla kapılarak klişeyi sanki klişe değilmiş gibi algılamak ve göstermek istenmesi bana göre paçayı kurtarmanın bir yolu. Bir diğeri için bkz."vizyon".

Şimdi, "Alman ekolü" dediklerinde ne anlıyorlar acaba? Nedir bu "Alman ekolü", "İngiliz ekolü", "İtalyan ekolü"...? Beraberinde gelen "sistem", "tarz" gibi kelimeler benzer hatta aynı kavramlar mı? Her ülkenin bir ekolü varsa veya olmak zorundaysa dünyada en az 100 tane ekol var. Öyle mi peki?

Avrupada 30, 40 yıldır hemen hemen aynı tip futbol oynanıyor. Bundan 50 yıl öncesinde belki ülkeler arasında ülkelerin kendilerine has öne çıkan özellikleri vardı. 70'lerde Ajax'ın öncülük ettiği "Total Futbol" kavramıyla zamanında ve hala "Hollanda Ekolü" diye birşey tabi ki var. Birçok kimsenin de başka şeylerle karıştırdığı "Total Futbol" kabaca alt yapıdaki eğitim anlayışındaki yenilikle ortaya çıkan bir oyun tarzı. Kısaca tanımlamak gerekirse "Total Futbol" futbolcuların altyapıda kademe kademe bütün pozisyonlarda oynayarak her pozisyonun gerekliliklerini öğrenip maç içinde de oyuncuların yer değiştirmesine dayalı onlara bir anlamda özgürlük tanıyan dinamik bir futbol anlayışı.

1950'lerde Macaristan efsanesini belgesellerde, orda burda hep duyuyoruz. Ferenç Puşkaş gibi çok tanıdık bir isimle birlikte dillere destan bir takım olduklarını hep anlattılar. "Altın takım" olarak bahsedilen takım heralde belli bir oyun tarzını da yansıtıyorlardı ama "Macar ekolü" dersek heralde herkes boş boş bakar. Yine de o dönemde oynadıkları oyunun 70'lerin Hollandasına benzediğini söylüyorlar.

Türkiyede bahsedildiği gibi ekol belli bir sistemi oturtup onu yıllarca korumaksa, bugün San Marino'nun bile  iyi kötü bir ekolü var. 4'ten fazla yememeye dayalı 6. golü yese bile rakip kaleye 4 adamdan fazlasını göndermeyen bir oyun tarzı veya strateji görebiliyoruz.

Dünyada insanların yaşadığı coğrafya, içinde bulunduğu kültür ve fiziksel özelliklerine bağlı olarak bence sadece kıtalar arasında bir ekol farkı görebiliriz. Siyah futbolcuların atletik olma özelliklerine göre şekillenen Afrika futbolu 90'lardan itibaren yeni bir futbol anlayışı getirdiğini görebiliriz. Latin amerikada belki eğlenceye yönelik eğilimlerinin getirdiği doğaçlama ve rahat bir futbolla göze çok hoş gelen ve bireyselliğin ön plana çıktığı yüksek tekniğe dayalı özgün bir futbol oynandığı kesin. Avrupada ise taktik futbolu ön plana çıkıyor. Futbolcuların sıkı bir disiplinle birlikte küçük yaşlardan itibaren eğitim gördüğü altyapılara çok önem verildiği Avrupada futbol bir satranç gibi bir çok stratejinin yerine göre kullanıldığı temel taktik bilgilerin vazgeçilmediği bir ekol var.

Ayrı ayrı her ülkede belli başlı farklılıklar var ama bunlara ekol demek bence hiç doğru değil. İngilizlerin uzun topa dayalı direk futbolu bir ekol müdür? İri yarı oldukları için fizik olarak üstünlük kuran İskandinavlar bir ekole sahiptir denilebilir mi? Eğer bunlar ekolse sert ve çoğu zaman kasıtlı ikili mücadelelerin olduğu, rakiple ve hakemle uğraşmayı seven ülke futbolumuzdaki "kaos ekolü" avrupada "ekol" olabilmiş bir ülke olamaz mı?

11 Ekim 2014 Cumartesi

İzlanda ve Çek Maçlarında Boyunun Ölçüsünü Alan Türk Milli Takımı Hakkında

A milli takımın yıllardır oynadığı futbol, yediği ve atamadığı goller çok rahatlıkla gözle görülebilmesine rağmen aptal bir gurur yüzünden veya süzme salaklık neticesinde yapılan hataları bıkmadan, usanmadan tekrarladığını dün tekrar gördük. Türkiye'de top oynayan hepimizin tanıdığı ve kimsenin beğenmediği Kadlec ve artık Beşiktaşta forma şansı bulamayan Sivok, Çek takımının takım savunmasının en önemli pozisyonunu paylaştı. Daha önceden Hırvatistan'ın bizi play-off'ta elediği günlerde cümleten dalga geçilen Gordon Schildenfeld dönemin ve Türk futbolunun dillere destan golcüsü Burağı efor sarfetmeden durdurmuştu. Tüm bu gerçeklerle birlikte "basit gol yiyoruz, söylüyoruz ama yine de olmuyor" gibi bir bahaneye sığınmaktan başka bırakın çözüm için fikir üretmeyi, yeni bir laf veya bahane bile üretemeyen teknik heyet ve değerli basının futbol yorumcusu mensupları dün yediğimiz gollerdeki mahalle maçında bile uygulanması gereken en basit pozisyon bilgisi gerektiren sıradan uygulamayı dile getiremedi. Sivok'un kornerden gelen topa sadece bir adım geri atarak ve haliyle olduğu yerde zıplayarak rahat rahat kafayla golü attığında yıllardır adam adama savunmayla alan savunması karşılaştırması yapan futbol dahileri 4, 5 kişilik defansımızın bir tek Sivok kadar bile doğru yerde durmayı düşünemediğini söylemedi. Yediğimiz ikinci golde Caner'in olması gerektiği yerden ilerde olduğunu gören sağ bek Kaderabek'in o boşluğa hızlanmasıyla, topu ona aktaran Lafatayla birlikte ortalama bir 3. lig hatta amatör lig takımının yapabileceği bir oyunu sergilediler.

Peki kısa vadede ne yapmalı? (Uzun vadede altyapı odaklı, haksız rekabetin olmadığı köklü bir yapılanmaya ihtiyaç var. Bu konuyu da ayrı bir başlıkta ele almayı düşünüyorum.)
  • En iyi adamlarımız (?) Caner ve Gökhan Gönül'den vazgeçip sıradan bir altyapı eğitimi almış, pozisyon bilgisine sahip 4 defans oyuncusuna forma vermeli. Bu oyuncular 3. ligten bile olabilir. Yeterki oynadığı pozisyonun gerekliliklerini yerine getirsinler.
  •  Seviyemizi bilmeliyiz. 3. sınıf bir futbol milli takımına sahip olduğumuzu kabul edip gereksiz komplekslere girmeyip şansa, kadere kazandığımız 3, 5 maçı destansılaştırmamalı.
  • İstanbul takımlarında oynayıp milyon dolarlar kazanan kendini dev aynasında gören futbolcuları 25 kişilik kadroya bile almamalı. Diğer takımlardaki futbolcular için "o seviyede iş yapmazlar" gibi bir klişeyi tekrarlamamalı. (ki zaten o seviye hangi seviyeyse, gelen geçen 2'şer, 3'er tane atıp duruyor)
  •  "Topa sahip olan, oyuna hükmeden" gibi tanımlarla tek bir oyun planını dahiyane bir stratejiymiş gibi algılayıp plansız, programsız (aslında ne yapılacağı bilinmediğinden) gidişata göre hareket eden "kervan yolda düzülür." mantığından vazgeçmeli.
  • 7, 8 yıldır aynı oyuncular hem kendi takımlarında, hem milli takımda oynayıpta hala "takım" olamıyorsa "oyuncuların birbirini tanıması lazım", "beraber az oynadılar", "ilk defa oynayacak", "çok genç" gibi çok gereksiz ezber lafları söylemek yerine Gekas'ın Türkiyeye ilk ayak bastığı günde "hat-trick" yaptığını ve bunun gibi bir ton örneği hatırlayarak yeni oyuncuları kadroya çağırırken tereddüt etmemeli, gerektiğinde her seferinde farklı oyuncular çağırmalı.

4 Ekim 2014 Cumartesi

5. Hafta: Sivasspor 1 - 0 Gençlerbirliği (04.10.2014 - Cumartesi)


Kaybettik ve kesinlikle kötü oynadık. Maça bambaşka bir 11'le çıktığımızı gördüğümde büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Hikmet'in stoperde oynamasıyla oyuncuların yerleri domino taşı gibi kaydı. Tosic sol beke, Uğur sol kanada, Stancu santrafora kaydı. Beratla İrfan yerine Nizamettin sahadaydı. Futbolcuların esas mevkisinde oynamasını ve deplasmanda oynamanın gerektirdiği daha defansif bir kurgu düşündü belki İrfan Buz ama bu düşünce tamamiyle dümdüz bir mantıktı. Berat gibi dinamik bir oyuncudan vazgeçmek başlı başına büyük bir yanlıştı. Nizamettin'i İrfan'a tercih etmek hoş görülebilir ama 90 dakika sahada kalması kabul edilebilecek gibi değildi.

İlk yarıda klişe bir tabirle daha iyi oynayan, pozisyonlar bulan taraf bizdik. Nizamettin Gosso'nun ara pasında aldığı topu direğe vurmak yerine golü atsa İrfan Buz haklı çıkacaktı. Kazanmış olsak bile seçilen kadronun yanlış olduğunu savunurdum. Bence "Kazanan 11 bozulmaz" ilkesi uygulanmalıydı. Eminim geçen hafta özellikle Berat'ın olduğu kadro çok daha dinamik ve gole yakın bir kadroydu ve kesinlikle yine iyi başlayıp gol de bulurduk.  

Tosic'in sol bekte daha rahat davranması sonucu özellikle Burhan gibi çok hızlı bir rakibin olduğu bölgeden açık vermemiz kaçınılmazdı. Boşluğu değerlendiren Burhan, Tosic'in önünde topla buluştu. Tosic Burhan'ı arkadan çekti. Kademede Hikmet ortalıkta yoktu. Tosic'in sarı kartı göze alması mantıklı olabilir ama kurgunun yanlış olmadığını söylemez. Uğur daha iyi bir savunmacı olarak maça sol bek başlasa Tosic de stoperde başlardı ve Tosic daha sorumlu davranabilirdi. Duran toplarda rakip her pozisyonda kafa toplarına hakimdi ve Da Costayı rahatsız etmeyen Ahmet Çalık rahat bir kafa vuruşuna izin verdi. Geriye düştük. "İyi oynadık, duran toptan basit bir gol yedik" gibi bir bahanenin bahsi bile geçmemesi gerekir.

Bu arada hakem maçı iyi yönetti gibi görünebilir ama bir pozisyon vardı ki böyle bir kararı uygulamayı düşünmek bile futbola hakaret etmek olur. Tosic sağ taraftan aut çizgisine paralel pozisyonda  Hakan Arslan'ın solundan atıp sağından geçmeye çalışırken Hakan'ın net sarı kartlık hareketine Mustafa Kamil Abitoğlu'nun Tosic faul yaptı demesi ölümcül bir karardı. Hata falan değil futbolu bilmemek hatta katletmekti. Gossoya çıkardığı sarı kart da sanki sarı kartları dengelemek için yapılmış gibiydi.

İrfan Buz'un yaptığı değişiklerse apayrı irdelenmesi gereken bence çok kötü bir oyun okuma şekliydi. Oyundan çıkması gereken adamlar sahada durmaya devam ederken oyuna girmesi gereken adamlar kulübede oturuyordu. Daha açık söylemek gerekirse Nizamettin ilk önce çıkması gerekirken Petrovic'i çıkararak Antal'ı soktu. Deniz'in artık 18'e bile alınmaması gerekirken Uğur yerine onu sahaya sürdü. Doğa'nın yokluğunda Petrovic'in oynamasını yadırgamam ama İrfan'ı hiç kullanmaması çok yanlıştı. Nizamettin, Antal ve Deniz'in olduğu yeni takım rakip gel bana saldır demesine rağmen hiç bir şey yapamadı, yapamayacağı da belliydi. Bu mağlubiyet bana göre İrfan Buz'un takım kurgusunu bozması ve oyuna berbat müdahele etmesinin bir sonucuydu. Gelecek adına çok büyük bir endişe içinde olmama sebep oldu.

Ahmet Çalık bugün kötü bir maç çıkardı. Gelen ortalarda rakipleri rahat rahat kafa vurdu. Hakan Arslan iki defa bu şansı yakaladı. Son dakikalara doğru ofsaytı bozarak Burhan'a çok net bir gol fırsatı verdi. Bu gibi hatalarını görmesi ya da İrfan Buz'un ona söylemesi gerekir.

http://www.macanilari.com/getir.php?fid=201420150507&cmd=birhafta&cmd_deger=birhafta

3 Ekim 2014 Cuma

Futbol ve Taktik

Bildiğimiz gibi Gençlerbirliği taraftarlarının ortak özelliklerinden biri futbolun teknik ve taktik tarafına kafa yorması ve akla mantığa uygun fikirler üretebilmesidir. Ben de iyi bir futbol takipçisi ve gözlemcisi olarak futbolun "taktik" anlamındaki görüşlerimi ve yorumlarımı kağıda dökmek istedim.

Öncelikle "taktik" ne demek? Bunu gözden geçirmek lazım. Genel olarak bir işi başarıyla sonlandırabilmek için uygulanan adımlar veya yapılan şeyler... Futbolda da maçları kazanmak, gerektiğinde yenilmemek, istenen sonuçlardır. Kısaca rakibin atacağından daha fazla gol atmak tek amaçtır. Bunun için de taktikler belirlenir ve uygulanmaya çalışılır.

Biri kaleci olmak üzere 11 kişinin sahada olduğu takım ilk olarak sahaya belli bir düzende yerleşir ve dizilişler "4-4-2", "3-5-2" gibi adlandırılır. Bu dizilişler de bir taktiktir. Yani "hangi taktikle oynadık?" sorusuna cevap olarak "4-4-2" verildiğinde hiç yanlış bir ifade olmaz. Peki taktiksiz bir yapı olabilir mi? Futbolcuları çayıra salar gibi sahaya sürsen bile futbolcular illa ki gol yememek ve atmak için bir şekilde biri bir tarafa, diğeri öbür tarafa gider. O da bir taktik olmuş olur. "Taktik falan yok abi bizde" diye birşey duyulduğunda da yanlış bir söylem olmaz. Felsefe olarak karşılığı çok kötü bir taktik olduğudur. Böylelikle "kaos futbolu" olarak da söylenen "taktik fakiri" ülke futbolumuzda bile bir taktik vardır.

Hoca tahtanın başına geçip oyuncularının isimlerini istediği dizilişte tahtaya yazar. Hatta oyun içindeyken futbolcular bu dizilişe sadık kalmadığı zaman "taktik disiplinden koptu" diye bir tabir kullanılır. Peki futbolcular langırttaki gibi put gibi yerlerinde mi dururlar?

Top nasıl yerinde durmuyorsa oyuncularda yerinde durmamak zorunda aksi durumda yer değiştiren futbolculara sahip takım çok rahatlıkla sonuca ulaşabilir. İşte madem sonuca gidilebilecek elementlerden biri futbolcuların yer değiştirmesiyle alakalıysa bu da bir taktiktir. Hatta bence en önemlisidir.

O zaman her şey taktiktir. Aslında kavramları birbirinden ayırmak için daha farklı terimlere ihtiyaç var. "Oyun tarzı", "strateji" gibi kavramlar da taktik yerine kullanılıyor. Net bir tanımlama yapacak olursak oyun tarzı, oyun planı ve strateji gibi kavramlar daha geniş kapsamlı olup taktikler bütünüdür. Birçok taktiği içerir ve büyük bir küme oluşturur. Saha dizilişleri de (formasyon) buna göre belirlenir. "Kontra-atak", "katenaçyo", "tiki-taka", "total futbol", "anti-futbol" gibi çeşit çeşit oyun tarzları var ve teknik direktörlerin ilk işi bu stratejilerden birini veya bunlara benzer ifadelerle (ayağa pas veya paslı futbol, top bizde kalsın, kapanıp rakibin açıklarını yakalayın gibi...) bunlara yakın bir oyun planı belirleyerek takımı yönlendirmek olur.

Taktik ise daha ayrıntı bir kavram. Mesela "Savunma arkasına koşmak" futbolcunun kendi özelliklerine göre uygulayabileceği bir olay, bir taktiktir. "İkiye bir yapmak", "Boşluklara koşmak", "Sırtı dönük oynamak", "Top saklamak", "Doğru yerlerde durmak", "Topu ayağından çıkarır çıkarmaz koşmak" gibi taktikler futbolcunun bireysel yeteneklerine bağlıdır. Bir çoğu hatta tümü topsuz oyunla ilgilidir. Büyük bir kısmı teknikten bağımsız olarak salt fiziksel özellik, bilgi ve zeka gerektirir. Bunun gibi düşünmeyle ilgili özellikler ancak alt yapıda öğrenilebilir, geliştirilebilir.

Yani teknik direktör futbolculara taktik vermez, oyun planını anlatır, futbolcular da bunu uygularken yapacağı işleri bilir. Bu yüzden futbolcuların taktik olarak iyi olması elzemdir. Teknik direktörün yapacağı şeyler bir bakıma çok sınırlıdır. Zaten çoğunlukla takımın lideri olarak futbolcuları maçlara psikolojik ve fiziksel olarak hazırlar. Oyun planı ve saha dizilişini belirler. Rakibi analiz edip futbolculara rakibin güçlü ve zayıf yönlerini anlatarak yapacakları işi futbolcularına bırakır.

Bana göre teknik direktörün işi çok kolay, mesela Fenerle mi oynuyorsun. Çekil biraz geriye, arkada zaten iki adam bırakıyorlar. Sağa sola iki tane hızlı adam koy. Topu kapar kapmaz uzun at önlerine, al sana üçe iki hatta geriden fırlamaya müsait adamların varsa beşe iki bile yakalarsın. Kısaca "kontra-atak oynuyoruz, haydi koçlar" diyip işin içinden çık.

Aslında olmazsa olmaz olan en önemli şey teknik direktörün iyi bir lider olması. Futbolcuların kendine güvenmesi ve maça her yönden hazırlıklı olabilmesi için hocanın kesinlikle çok iyi bir lider olması gerekir. Taktik işi futbolcuda biter ya da alt yapıda bitmiş olması gerekir. Bu bakımdan alt yapı temeldir.  

"Hiç bir yapı ayaklarından ve ayaklarını bastığı zeminden daha sağlam olamaz, ne yazık ki temeller en görkemsiz, en ihmal edilen bir yapı elemanı olmaktan kurtulamamıştır." Karl von Terzaghi'nin mühendislik için kullandığı bu söz bence futbol ve kesinlikle uyduruk türk futbolu için de geçerli...