26 Nisan 2015 Pazar

28. Hafta: Gençlerbirliği 1 - 1 Trabzonspor (26.04.2015 - Pazar)


Bundan önceki maçları yazıya dökemedim ama tabi ki maçları seyrettim. Mesut Bakkal'ın kadroları ve oyuncu değişiklikleri hiç ama hiç akıllca değildi. Bu maçta da özellikle oyuncu değişiklikleri çok kötüydü. Maç sonrası yaptığı açıklamalar çok klişe. Gençlerbirliğini bilmeyen biri diyebilir. Trabzon güçlü takım, Bursa güçlü takım, başabaş oynadı yenilmedi. Falan filan. Yok öyle birşey. Biz çok kaliteli, özellikle hücum futbolcularına sahibiz ve ligteki her maçı kazanabiliriz. El Kabir, İrfan, Landel, Mervan. Stancu da döndü. Bu futbolcuların ligin en iyileri olduğuna eminim.

Doğa, Petroviç ikilisi bizi oldukça yavaşlatan ikiliydi. Çağrı'nın 18'de bile olmaması çok yanlış. Doğa'nın bugün ikinci sarı kartı sürpriz değil. Kırmızı kart görmese bile 11'de yer bulması bence yanlış. İlk devre iyi oynadı ama gittikçe yaşını göstermeye başladı.

Landel yerine Tomiç'in girmesi de çok yanlış. 60'da İrfan, Hleb değişikliği beklenen çok saçma Mesut Bakkal hareketi. Çıkması gereken oyuncu kesinlikle Doğa veya Petroviç. Hücumla pas bağlantısı zaten kurulamazken bu değişiklik yapıldı.Tomiç hiç yok. Takım iyice geri çekilmeye başladı. Trabzon iyi takım, beraberlik iyi gibi saçma sapan düşüncelerle dolu Mesut Bakkal kesinlikle Gençlerbirliğine uygun değil.

Maçta iki takım da kaleye gidecek performans gösteremedi. Kaleye hiç şut gelmedi. Hiç pozisyon olmadı. Bir tek Mervan bir pozisyon harcadı. Tosiçle Mervan'ın olduğu kanattan iyi orta yapabilseydik pozisyon bulabilirdik. Bu etkisizliğimiz, Mesut Bakkal'ın 1 puan iyi anlayışından kaynaklı, Doğa, Petroviç hep topu geriye veya yana attı.

18'de El Kabir'in yokluğunda Berat'ın olmaması apayrı bir yanlıştı. Berat'ı hiç düşünmemesi eğer Mesut Bakkal seneye de bu takımda olcaksa hem Berat için hem de Gençlerbirliği için çok kötü. Mesut Bakkal seneye bu takımda olcaksa zaten çok kötü. Bir dahaki sene de kayıp geçecek. Şu andaki kadroya da çok yazık olacak.

24 Mart 2015 Salı

25. Hafta: Başakşehir 3 - 1 Gençlerbirliği (22.03.2015 - Pazar)

  
İlk 11'de sürpriz yoktu. Oyunda da sürpriz olmadı. Başakşehir'in temkinli oyunu hücumdaki etkinliğimizi azalttı. Net pozisyonları bulan taraf Başakşehir olsa da daha iyi olan bizdik.

İlk yarı açıkçası sıkıcı geçti. Takımda biraz boşvermişlik de yok değildi. El Kabir hariç tabi ki. El Kabir yeteneklerinin yanında hep iyi oynadı. Bu daha önemli. Her maç, her dakika iyi olmak kolay bir iş değil. El Kabir'in en çarpıcı tarafı beyni. Maç içinde özellikle sonlara doğru kafa yorulur. El Kabir'in kafası da, vücudu da yorulmuyor. Yaptığı asist beni hiç şaşırtmadı. Hatta bu kadar kısa süre içinde çok iş yapması da bana fazla geldi. Taraftar olarak ben bunu zor kaldırırken El Kabir'in sürekliliği yani kıvamı hayranlık uyandırıcı. 

Golü attıktan sonra maçı iyice bıraktık. Maç bitti diye düşündük. Mesut Bakkal da çok yanlış oyuncu değişiklikleri yapınca maçı verdik. Tomiç hiç yoktu. İrfan'ın girmesi doğru fakat çıkan oyuncu Hleb olmalıydı. Hleb, El Kabir'in aksine dağınık bir futbolcu. Özellikle 60'tan sonra kafa olarak kayboluyor. Zaten kafayla oynadığı için tüm vasıfları yok oluyor. Hleble Guido veya Landel yerine İrfanla Berat girseydi maç böyle bitmezdi ama yine de Ahmet hariç tüm defansif futbucularımız oldukça kötüydü.

Yediğimiz gollerde defans ve defansif orta sahaların payı çok büyük. Visca'nın şutunda herkesin Ramazan'a yakın durması acemilik dolu. 2. gol de Hakan'ın gereksiz hareketi ve devamında da Dokaya rahat şut attırmamız hepsi acemilikti. Ramazan her topu içeri alarak ve bunu yıllardır yaparak gözümde tüm kredilerini bitirdi. Uzaktan gelen her top gol olmaz ki. 



 

15 Mart 2015 Pazar

24. Hafta: Gençlerbirliği 2 - 1 Fenerbahçe (15.03.2015 - Pazar)


Ligin en önemsiz maçını oynadık. Maçı izlemiycektim ama şeytan dürttü. Allahtan hakem kararlarında bariz bir destek olmadı. Fakat bazı faul kararlarında oyunu rakibe verdiği oldu. Ahmet Çalığın gördüğü sarı kart da adet yerini bulsun diye gösterildi.

Maça gelince, en az 3-0'ı yakalamamız gerekirdi. Daha önce gördüğümüz gibi çok etkili bir hücum dörtlümüz var. Bu dörtlüyü de özellikle defansif olarak Petroviç destekleyince rakip sersemledi. Fener futbolcularının sağa sola sataşacak, hakeme oynayacak halleri bile kalmadı.

Petroviç çok güzel ve tertemiz bir gol attı. Aslında Petroviç bu golün hazırlığını Erciyes maçında yapmıştı. Erciyes maçındaki ilk şutu üst direğin hemen üstünden çıktı. Aynı şekilde vurdu tabi. İkinci şutu direkten döndü. Üçüncü şutu Fener'e denk geldi. Petroviç'i hiç beğenmeyen biri olarak bugün gayet iyi oynadığını kabul etmem gerek. Attığı golü çok beğendim ve bu gole çok sevindim. Yine de bugüne kadar söylediklerimi değiştireceğim anlamına gelmez.

60'tan sonra Hleb'in ortadan kaybolmasıyla maç iyice durgunlaştı. Durup dururken bir gol yedik. Fener bile bu golü beklemiyordu. Golden hemen sonra Guido boş kaleyi ıskaladı.

Mesut Bakkal Guidoyla Mervan'ı değiştirdi. Bu değişiklik çok birşey getirmedi. Sonra da Hleb yerine Gossoyu aldı. Ben İrfan'ın girmesi gerektiğini düşünüyordum ama bilemeyiz. İrfan henüz sakatlıktan çıktı. Gosso oyuna girdikten sonra rakip yarı sahada topla daha çok göründük. Diri Gosso son dakikalarda El Kabir'i görerek galibiyette pay sahibi oldu. Mesut Bakkal da haklı çıktı.

Bugün El Kabir, Landel yine çok iyi oynadı. Bu ikili daha önce belirttiğim gibi çok çabuk takımın en önemli iki ismi oldu. Landel şimdiden beklentilerimi karşıladı.

7 Mart 2015 Cumartesi

23. Hafta: Erciyesspor 2 - 4 Gençlerbirliği (07.03.2015 - Cumartesi)


Bugüne kadar oynadığımız en rahat maçtı. 5-0'lık Konya maçı bile bu kadar kolay olmadı. Erciyesspor çok kötü bir oyun çıkardı. Orta sahaya, defansa ve Ramazan'a hiç iş düşmedi.

Erciyes defansı pek parlak olmasa da bugün hücum dörtlümüz kusursuz bir iş çıkardı. Aralarındaki uyum gayet iyiydi. El Kabir ve Landel bu dörtlünün en önemli iki ismiydi. Hleb özellikle ilk yarıda gençlik günlerindeki kararlılığındaydı. Eskisi gibi "fuleli" koşamasa da kısa mesafelerde topla birlikte uzun adımlarını seyrettik. Guido da dörtlüyü iyi tamamladı.

Attığımız ilk gol El Kabirle Hleb'in ikili oyununun sonucuydu. Hleb zekice topu dürterek kendi pozisyonunu yarattı ve son vuruşunu basit hale getirdi. Bu golde asist El Kabir'e yazılsa da ben Hleb'in kendi asistini kendi yaptığını düşünüyorum.

10 dakika sonra yine bir ikili oyun sonunda El Kabir, Landel'in önüne topu bıraktı ve golden daha önemli bir iş yaptı. Landel sakince topu kaleye yolladı. Landel bugün hücum bölgesinin her tarafında dolaştı. Topsuz oyun becerisi belirgin şekilde gözüktü.

İkinci yarı başlamadan çok rahat bir maç geçtiği için aslında biraz huzursuzlandım. Erciyes'in diş göstermesi seyir zevkini arttıracaktı. Erciyes'in koyvermişliği fark açılınca arttı.

Erciyes'in siyah defans oyuncuları El Kabirle baş etmekte zorlandı. El Kabir en az onlar kadar güçlüydü. Nitekim Boye, El Kabir'i oynatmak istemediği pozisyonda onu arkadan çekerek durdurup topu kazandı. El Kabir de Boye'ye sinsice faul yaptı. Boye kontrol etmekte zorlandığı öfkesini dışavurmak için bahane buldu. El Kabirle toslaşmak istedi ama El Kabir uyanık davrandı. Kendini yere bıraktı. Yerde kıvranması bence numaraydı. Tabi bu hareket Boye'nin kırmızı kartını haksız çıkarmaz ve Kabir'e de sarı kart gerektirmez. Sonrasında çıkan karambolde Guido sarı kart gördü. Petroviç, Guidoyu olaydan uzaklaştırdı. Sedat da rakip iki siyahı iki koluyla sarmalayarak olaydan uzak tutmaya çalıştı. Sedat demişken bugün kullandığı iki uzun topu isabetli atmasına şaşkınlık ve hafif bir sevinç duydum.

Maç artık kağıt üstünde bile bitti diye düşündüm ve hatta Mervan da oyuna girince "5'e kadar yolu var" dedim. Tosiç, içeri çevirdiği topu biraz daha yavaş yollasa Mervan 3. golü atmıştı.

Korner sonrası fark bire indi. Yine de farka gideceğimizi biliyordum. Mervan'ın gol atacağına inanmıştım ve tam olarak sevdiği tipte bir gol attı. Rakibi birebir ve açık alanda yakaladı ve üstüne giderek önünü açtı. çapraza sürüklense de düzgün  vurdu. Golün öncesinde Hleb, Mehmet Akgün'ün zamanında alışkın olduğumuz kötü paslarından birini kesti. Mehmet Akgün demişken bizde olduğu zamanlarda yediğimiz gollerde büyük pay sahibi olan bu adamın başka takımlarda bu alışkanlığını sürdürmesi bana göre sürpriz değil. Sürpriz olan bu adamın hala futbol oynuyor olması. Şifo'nun ikinci yarıda onu oyuna sürmesi de işin farklı bir boyutuydu.

Rakip yarı sahasında çok rahat oynuyorduk. El Kabir yine Landel'i gördü ve Landel kaleciyi yatırarak soğukkanlılığını yine gösterdi.

İki net gol fırsatı daha yakaldık. Birinde yine El Kabir Ladel'i gördü. Bu sefer Landel Afrikalı arkadaşlarına saygıda kusur etmeyerek topa kötü vurdu. (Bkz. Ekigho, Bikoko ve nicesi) Top biraz hızlıydı tabi ama kötü pası güzel yapabilirdi. Diğer pozisyonda Mervan, Petroviç'in pasıyla aldığı topta sol tarafta karşı karşıya golü atamadı.

Ramazan'ın yediği gol alıştığımız bir goldü. Ramazan ilk golde de hatalıydı sanki.

El Kabir, Landel ikilisi birbiriyle dost olarak da iyi görünüyordu. Devre arasında da çok isabetli transfer yapılabileceğini gösterdik. El Kabir transferi için de Mustafa Kaplan'a borçlu olduğumuzu belirtmek gerekir.






4 Mart 2015 Çarşamba

Türkiye Kupası - Çeyrek Final - İlk Maç: Bursaspor 1 - 1 Gençlerbirliği (04.03.2015 - Çarşamba)


Yedek kadroyla çıktık. As kadrodan daha mı kötü peki? Hayır. Biz Gençlerbirliği olduğumuz için irade herşeyden önce gelir. Bugün özellikle Çağrı kırmızı-siyahın ne olduğunu gösterdi.

Çağrı gösterişsiz bir futbolcu. Bu yüzden yaptığı işler gözden kaçabilir. Çok iyi bir defansif orta saha. Peki bugüne kadar her koşulda Petroviç'in oynaması neden? Çünkü İrfan Buz ve Mesut Bakkal'ın da gözünden kaçıyor. Bence daha kötüsü, adamlar bakmıyor. Kalıplarla düşündüklerini biliyorum. Şaşırmıyorum.

Çağrı, top rakipteyken ya da sahipsizken çok önemli bir etkinlik içinde. Sezgileri çok güçlü. Pozisyon bilgisi de öyle. Kesinlikle çok zeki bir futbolcu. Algılama ve karar veme hızı onu toplara çok daha yakın konuma sokuyor. Fizik olarak da çabuk olunca çok temiz hamlelerle topu kazanıyor. Tüm bunların yanında karakter olarak da çok temiz. Hiç rakibe yönelik bir hareket yaptığını görmedim. İradeli olması da zaten genç olan herkeste olan bir nitelik. Bu adamların gemi kazanı gibi yüreği var. Hocaların aslında yapması gereken şey birşey yapmamak olmalı. Çok fazla burunlarını sokmamak ve Petroviç gibi ununu elemiş futbolculara bitmeyen krediler vermemek olmalı. Hocalar çoğu zaman gemiyi hızlandırmak yerine terse kürek çekerek gemiyi yavaşlatıyor. Bu durum otoritenin olduğu başka yerlerde de geçerli.

Çok net pozisyonlar verdik. Hepsini de biz hediye ettik. İlki Ahmet Oğuz'un kaptırdığı top sonrasındaki Aziz Behiç'in kaçırdığı pozisyon.

Ahmet Oğuz'un futbol dışı hareketleri kritik yerlerdeki top kayıplarından çok daha endişe verici. Konya maçında da görmüştüm. Rakibi itiyor, çekiyor. Yapma abi böyle şeyler, sen Fener futbolcusu musun? ya da ideali istanbul takımı gibi olmak olan Bursa futbolcusu musun? Bırak Volkan Şen falan yapsın bunları. Kaptırdığı bir başka top sonrası ayağını rakibin karnına doğru havaya kaldırdığı pozisyonda hakemin sarı kartı çok yanlıştı. Bunun sarısı olmaz. Direk kırmızı. Hakeme gelince zaten bombok bir maç yönetti. Uğur'un direkten dönen frikiğindeki düdükte Josue'ye çok net sarı kart gerekti. Çağrı'nın kemiksiz topu almasına faul çaldığı pozisyon falan bariz yanlış kararlardı.

Ahmet Çalığın çizgiden çıkardığı top bir stoperin de göze hitap edebileceğini tekrar gösterdi. Çağrı için düşündüğüm şeylerin aynısı Ahmet Çalık için de geçerli.

Ferhat Görgülü'nün "çıkar" diye bıraktığı topu Serdar Aziz çevirdi. Bomboş pozisyonda Volkan kaleye vurdu. Ferhat Kaplan topu çıkardı.

İkinci yarının ilk 5 dakikasını kaçırdım. Golü de kaçırdım. 10 dakika sonra duran topla maç eşitlendi. Bundan sonraki anlarda Bursa şuursuzca oynadı ve kesinlikle galibiyet golünü atmalıydık. Maçın böyle bitmesinde Mesut Bakkal rol oynadı. Petroviç'in oyuna girmesi, Tomiç'in çok geç değişmesi. Berat'ın oyuna girmemesi, komple hepsi kenar yönetim beceriksizliğiydi. Mervan yorgunluktan santrafor olduğunu unutmuştu. Hleb herşeye rağmen uğraştı. Kafa olarak da yaşlı ama yine de Hleb'i beğeniyorum.

Volkan'ın atıldığı pozisyonda Hleb'in gördüğü sarı kart alakasızdı. Bursa'nın tüm kirli oyunlarına Şenol Güneş'in ortak olması hatta bundan beslenmesi kafamdaki kara listede yerini sağlamlaştırdı. Bursaspor ve taraftarları, Volkan Şen, Serdar Aziz, Josue, Belluschi, Şamil, Şenol Güneş aynı istanbul takımı.





28 Şubat 2015 Cumartesi

22. Hafta: Gençlerbirliği 0 - 0 Sivasspor (28.02.2015 - Cumartesi)


Maça kötü başlamadık, kötü de oynamıyorduk. Rakibe kıyasla daha derli toplu pas yapıyorduk ama bu demek değil ki hücumda iyiydik.

Herşeyden önce Sedat iyi idare ediyor. Sedat gibi stoperleri "Hamleli stoper" diye tabir edilyorlar. Yaptığı hamlelerin sertlik derecesine göre "kasap" ünvanını rahatlıkla alabilir. Ki, Sedat böyle bir stoper. Daha kötüsü kasıtlı ve nizami olmayan hareketleri bu stoperlerde sık sık görürüz. Fener ve Galatasaray gibi hakemle giden takımların haklı olarak vazgeçmek istemeyeceği tipleme. İki maçtır Sedat'ı gayet efendi gördüğüm için beğendiğimi söyleyebilirim. Ne olursa olsun ben, pozisyon alan ve hareketli stoperleri seviyorum. Ahmet Çalık böyle bir stoper. Ferhat Görgülü de.

Hücum 4'lümüzde öldürücü pas kullanan futbolcumuz yoktu. Landel böyle bir futbolcu değil. Bu yüzden Petroviç'in yerinde olmalıydı. Petroviç'in direkten dönen şutu takdir edilesi ancak maç boyunca topları hep geriye doğru kullandı. Landel'in olduğu yerde de İrfan'ın yokluğunda Hleb ve Tomiç değişmeli oynayabilirdi.

Berat'ı ayrıca konuşmak istiyorum. Bence potansiyeli çok yüksek. Acemice davrandığı oluyor. Fakat bu demek değildir oyundan çıkmalı veya oynamamalı. Berat sürekli oynamalı. Geriye gelip pas isteyip alıyor. Pozisyonu takip edip topları topluyor.. Tek top oynuyor. Bugün belki kötü paslar attı ama en azından deniyor. Pas görüşünü arttıracağına eminim. Oynadıkça etrafını daha iyi görüp pas tercihlerini geliştirecek. Hem bunlar Berat'ın ekstradan yaptığı işler. Onun işi gol. Bugün kenardan gelen ortalar çok kötü olduğundan içerde topla buluşamadı. Aradan ona pas atan kimse de olmadı. Berat'ın hevesini koruyarak önümüzdeki maçta gol atacağına ve/veya asist yapacağına inanıyorum.

Mesut Bakkal'ın ikinci yarı başlar başlamaz Berat'ın yerine Gossoyu alması küfür gibiydi. Kendi adıma daha kötüsüydü. Gol şansını çok aza indirmekle kalmayıp rakibin gol şansını arttırdı. Nitekim, son 5 dakika hariç çok kötü bir maç izledik. Kendi sahamızda beraberliğe oynuyorduk.

Guido'nun direkten dışarı çıkan kafa vuruşu, Ahmet Çalığın çok şanssız olduğu pozisyon ve El Kabir'in şutları son dakikalara sıkıştı. Maçı kazanabilirdik tabi ama böyle dememeli. Maçı kazanmalıydık demeli. Yani Mesut Bakkal bunu demeliydi. "Galibiyet olsa da olur, beraberlik de iyi" gibi bir kafa Gençlerbirliğine çok ters. Çünkü biz kırmızı-siyah olarak iradeyi ve kararlılığı temsil ediyoruz. Bilmiyorsa öğrensin.





22 Şubat 2015 Pazar

21. Hafta: Balıkesirspor 0 - 1 Gençlerbirliği (22.02.2015 - Pazar)


Geçen haftadan farklı olarak Stancu, Gosso, Ahmet Çalık eksikti. Yani Mesut Bakkal'ın yaptığı değişikliklerin aynısını İrfan Buz da yapardı. Mesut Bakkal'ın farklı yaptığı şeyler de var ama. Solda Halil İbrahim yerine Uğur oynadı. Ferhatlar yerine de Sedatla Ramazan vardı.

Deplasmanda ve acil puanlara ihtiyacı olan Balıkesir'e karşı olmamıza rağmen oyun avantajı bizdeydi. Biz iyi olduğumuzdan değil, Balıkesir çok kötüydü. Berat'ın pozisyonu dışında kayda değer bir pozisyonumuz olmadı.

Öncelikle Bandırmalı olarak rakibimiz Balıkesir'in bu kadar kötü olmasına üzüldüm. Muğdat ve belki Kulusiç dışında ne yetenek ne de irade vardı. Bu maçla birlikte Balıkesir'i kafada düşürdüm. Bir dahaki seneyi düşünmeleri gerekir. Çünkü Bandırmaspor'un güçlü bir Balıkesir'e ihtiyacı var. Rekabetsiz olmaz.

Attığımız gol şans golüydü. Uğur, önünde boş koridor bulan Mervan'a pas atmadı ve Mervan Uğur'a kızdı. Mervan çok haklıydı. Uğur orta yapmayı kafasına koydu. Berat'ı hedefledi ama ön tarafa doğru topa hareketlenen Berat markajın da etkisiyle topa dokunamadı. Arkada Guido, kaleciyle birlikte rakip sol bek Berkan'ı bozdu ve Berkan'ın kafasına çapan top ağlara gitti. Maçtan önce Uğur'a kim dua okuyorsa kalbinin çok temiz olduğu bu maçta da ortaya çıktı.

Berat'ı konuşmak gerekirse ben ondan çok şey bekliyorum. Tarz olarak Gerd Müller'in tanrısı olduğu tarz. Topsuz oyun, tilkilik, markajsız yani defanstan uzaklaşarak oynamak (Bkz. Mustafa Reşit Akçay'ın Gekas hakkında konuşması), kısa mesafelerde aniden hızlanmak gibi zekaya dayalı özellikler gerektiren, başkalarını bilmem, izlemesi çok keyifli golcü tipi. Örnekler çoğaltılır. İnzaghi, Huntelaar, Tanju, Gekas, Semih Şentürk aklıma gelenler. Yalnız, Berat, bu futbolculardan farklı olarak hava toplarında hiç yok. Bence kafa vuruşlarından çok, aldığı pozisyonla ilgili bir sorunu var. Topun indiği yerde bir, iki adım uzak kalıyor. Topsuz oyun kendi içinde birçok algılama, karar verme, tepki verme gibi bir sürü düşünme sürecini barındırır. Bu konuyla ilgili ayrıca yazmayı düşünüyorum.

Gençlerbirliği bu kadar kötü bir rakip karşısında farkı arttıramadı. Ali'nin kaçırdığı pozisyon büyük şanstı. Ramazan'ın da hakkını teslim etmek gerekir. Soğukkanlıydı.

Sedat'ı beğendiğim günü de gördüm. Kıyamet alameti olabilir.

Ne yazık ki Petroviç Mesut Bakkal'ın tarzına uygun, rakibi çoğu zaman nizami olmayan hareketlerle bozuyor. Tek başına takımın içine etse de tek kredisi bu olsa gerek.

Hakemin faul düdükleriyle üzerimizde baskı kurduğu anlarda allahtan tehlike yaşamadık. Hakemlerin bu tavrından nefret ediyorum.

16 Şubat 2015 Pazartesi

20. Hafta: Gençlerbirliği 1 - 2 Eskişehirspor (16.02.2015 - Pazartesi)

7'de başlayan maçın ikinci yarısı, 8'de başlayan Galatasaray maçıyla çakıştı. Maçları izlediğim mekana trafik yoğunluğundan biraz geç vardım. Maçın 10. dakikasında 1-0 önde olduğumuzu gördüm ve sevindim. Maçın ikinci yarısını izleyemeyeceğimi baştan söylediler. Ankarada, Ankara takımının maçını, Galatasaray maçı yüzünden belki hiçbir yer açmadı. Bu demektir ki Gençlerbirliği maçlarına kendi şehrinde oldukça az talep var. Bu bilinen gerçeğin bir kere daha yüzüme çarpması maçın ikinci yarısını kaçırmanın yanında bende ayrı bir hüzün yarattı. Maçı kaybettiğimize hiç üzülmedim.

Bence futbol seyircisi olarak futbolu ve bir takımı sevmenin, maç seyretmekten daha önemli başka bir olayı olamaz. Maçları seyretmedikten sonra maçları kazanmak ve bir süreç sonunda şampiyon olmak ve belki daha büyük başarılar elde etmek hiç önemli değil. Maçların heyecanı kendi içinde apayrı bir değer taşır ve eğer ortada bir heyecan varsa bunun bir düşünce süreci içine girmesi bu heyecanı öldürür. Yani maçı seyrederken bile skor, puan ve şampiyonluk hesapları yapmak hislerin uzağında bir konudur. Tabii ki insan hem düşünür hem duygulanır ama burda bir denge söz konusu, ikisi arasında ters orantı var. Lafı çok uzatmadan, demek istediğim, maç anı içindeki tüm gelişmeler maçın sonucu, puan tablosu gibi tüm hesaplardan kat kat daha değerlidir.

Seyredebildiğim 35 dakikaya gelirsek, 1-0 öne geçtiğimize pişman oldum. 1-0'a yatan biz ikinci yarıda ne oldu bilmiyorum, mağlubiyeti çoktan hakettik. Tamam, öne geçtik, skoru korumaya çalışıyoruz, rakip de gol arıyor. Böyle bir "gizli anlaşma" (bkz. Mersin maçı) var ama lütfen bu işin bokunu çıkarmayın. El Kabir'in direkten dönen topu dışında ortada hiçbir şey yoktu.

1-1'den hemen sonra Halil İbrahim'in pasında Stancu gelişine vurdu. Stancu'nun direkten dönen top sonrasındaki ikinci şut şansının gole dönüşmemesi berbat futbolumuzun cezasıydı. Allah'ın, işi doğru yaptığı anlardan biriydi bu. (Bkz. İlahi Adalet, Allah'ın adaleti, Nasreddin Hoca)

Üst üste 4. mağlubiyeti aldığımız bu maç bizi düşme hattına yaklaştırdı. Düşmek gibi bir korkum olmamakla birlikte düşmek pek umrumda değil. Eğer kötü oynayacaksak, yani hakediyorsak düşelim. Mücadele ve iyi oyun sonunda düşeceksek de düşelim. Alt ligde oynamak Gençlerbirliği'nin sonu olmayacak. Hatta alt liglerde çok daha adil bir futbol var.

Bugün başta biz zaten sayısı çok az Gençlerbirliği taraftarı olarak kendi takımımızın maçlarını izlemeyeceksek futbolculardan ruh falan beklemek yanlış. Yüreksiz futbol güzel olsa bile bunu istemiyorum. Başarı, hedef falan bu laflara girmeyeceğim çünkü tiksiniyorum.

Eskiden "Gençlerbirliği'nin taraftarı yok" laflarına kızardım. "Taraftarın niceliği değil, niteliği önemli" diye karşı çıkardım. Şimdiyse, kimse kusura bakmasın, az olan bizde ben hiçbir nitelik göremiyorum. Özet ve golleri izleyen, puan tablosu hesaplayan dandik 3 takım taraftarları bile değiliz. Sadece ben seviyorum bu takımı diye gururlanıp kendimi tatmin de ediyorum merak etmeyin ama 1'i Ankara nüfusuna oranlarsak virgülün sağında bile bir yığın sıfır görürsünüz.

12 Şubat 2015 Perşembe

Türkiye Kupası - Son 16: Gençlerbirliği 3 - 0 Eskişehirspor (12.02.2015 - Perşembe)


Çok da yedek çıkmadık. Ligte alınan 3 mağlubiyetten sonra sahaya çıkan kadro hafta sonundaki Eskişehir maçı için düşünülebilir.

Stoperde Ferhat Görgülü oynadı. Gayet makul bir oyuncu Ferhat. Sert ve hareketli olmaktan çok, doğru pozisyon alan, sakin ve bilinçli bir savunmacı. Geçen sene Şifo zamanında bir maçta çok iyi oynamıştı ve bazı maçlada sonradan oyuna girdi. Bu sene kimse onun yüzüne bakmadı. Hikmet'in de sakatlanmasıyla Tosiç, Ahmet Çalığın değişmeyen partneri oldu. Bugün Ferhat'ın topu gayet iyi kullandığını da gördüm. Bugüne kadar Ferhat'ın hiç düşünülmemesine ve yoklukta bile Sedat'a razı olmamızı anlamış değilim.

Defansta sadece bir oyuncu değişti ama Tosiç sol beke kaydı. Tosiç'in deparlarını görmeyeli uzun zaman olmuştu. Zannedersem o da mevkisini özlemiş.

Kalede Ferhat'ın kendine güvenen bir duruşu vardı. Ramazan eski heyecanını ve son maçlarda yediği gollerle birlikte özgüvenini kaybetti. Ramazan kendine gelene kadar bir süre kalede Ferhat oynamalı.

Maça gelirsek. Çok keyifliydi. Özellikle Hızlı oyuncularımızla açık alanlarda çok iyi oynadık. Mustafa El Kabir, Stancu ve Mervan birbirleriyle çok uyumluydu. Özellikle yeni olması sebebiyle Mustafa El Kabir'den daha bir etkilendim. Komple bir futbolcu. Çok hızlı. Güçlü ve çok dengeli. Rakip defansla temas halinde koşsa bile dengesini kaybetmeyerek hızını koruyor. Bu fiziksel özellikleriyle Guidoya çok benzediğini düşünüyorum. Guido'dan farklı olarak bu deparlarını maç boyunca inatla sürdürüyor. Bu adam hiç yorulmuyor. Pasları da çok iyi. Şutlarına çok rast gelemesek de önümüzdeki haftalarda bitiriciliğini de göreceğimize inanıyorum.

Attığımız ilk golde Mustafa El Kabir, hızının yanında, taktik özelliğini de gösterdi. Hakanla yaptığı ikiye birde top Hakana gelmeden hareketlendi. Hakan'ın çabuk karar vermesine etken oldu. Yaptığı asistte de kararlı davrandı. Landel, Orduspordan bilindiği gibi gelişine isabetli şut çekti ve topu kimse göremedi.


Bugün Landel'in gol attığına çok sevindim. Öyle heyecanlandım ki Ronaldo gelse daha çok sevinmezdim diye düşündüm. Yalnızca hızlı hücumlarda, paslarında kararsız kaldığını gördüm ama daha iyisini yapabileceğine inanıyorum.

Sayısız hızlı hücumlarımıza Ergün Teberle Serdar Özkan'ın yardımcı olduğunu belirtmek gerekir. Hakan Aslantaş kusursuz bir oyun çıkardı. Geçen sene de böyle iyi oynuyordu. Mustafa El Kabirle çok iyi anlaştı. Geçen seneki iyi oyununda Jimmy Durmazla iyi anlaştığını düşünürsek sonraki haftalarda El Kabirle beraber sağ kanadı çok iyi kullanacağına inanıyorum. Hakan bu maçta olduğu gibi kendine güvenmeli ve diri olmalı.

Stancu'nun attığı gol onun ne kadar klas biri olduğunu herkese gösterdi. Bu golde sağdan koşan El Kabir, Ergün'ü ikilemde bıraktı ve Stancu kaleciyi de önde görünce çok soğukkanlı aşırtma vuruş yaptı. Bu güzel golün olmasında Ergün'ün de katkısı vardı. Gol, kontra atak golüydü. Stancu Landel'den aldığı pas sonrasında bu golü attı.

Son golde Hakan güzel oyununu asistle bitirdi. Petroviç Konyaya attığı golün benzerini attı. Petroviç'e gelince, onun hakkındaki olumsuz fikirlerim değişmedi.

Doğa'nın gördüğü ikinci sarı kart ağır bir karar olabilir ama olayın kahramanı Doğa olduğu için bu karta birşey demem. Doğa sürekli ve çoğu gereksiz, kayarak rakibe giriyor. Doğa'nın bu anlayışı, takıma faydasından çok zararı oldu. Agresifliğini dengelemesi gerekir.




8 Şubat 2015 Pazar

19. Hafta: Bursaspor 3 - 1 Gençlerbirliği (08.02.2015 - Pazar)

Bugün daha heyecanlıydım. İrfan geri dönmüştü. Landel sahadaydı. En uçta Stancu, arkasında İrfan, onun arkasında Doğa, Landel, kanatlarda Uğurla Berat vardı.

Hakem Tosiç'e gösterdiği sarı kartla en baştan tavrını belli etmişti. Gözdağı gibiydi. Hakem hakkında sonraki paragraflarda daha ayrıntılı konuşacağım.

Landel ve İrfan farkıyla deplasmanda oyun üstünlüğüne sahip olduk.

İrfan'ın yaptığı asist öncesinde topu tek başına rakipten söküp aldığına dikkat çekmek gerekir. İrfan topu kaptıktan sonra önünde boş bir alan buldu. Etrafına baktı ve bakarken de topu bir iki adım sürdü. Gözü Stancudaydı. Topu Stancu'nun önüne doğru yollayacağını en baştan kararlaştırmıştı. Stancu da çok zeki bir futbolcu ki İrfan'ın, topu onun önüne doğru atacağını anladı. Fırlamak için kendisini tıpkı bir oku, yayından gerer gibi hazırladı. İrfan topu ayağından çıkarır çıkarmaz da ok gibi fırladı. Bu şekilde gerçekleşen ikili oyunun sonu gol oldu. Stancu, İrfan'ın milimetrik pasını kontrol ederken zorlanmadı. Çünkü top Stancu'nun ayağına paraşütle iner gibi indi.

İrfan sadece tekniğini ve oyun zekasını değil, yüreğini de ortaya koydu. Çok koştu. En çok o koştu.

Golle birlikte oyundaki üstünlüğümüz skora yansıdı ve hakem kendini göstermeye başladı. Çaldığı ve çalmadığı düdüklerdeki taraflılık çok daha berraktı. Verdiği faullerle kalemizde baskı yaratmayı başardı ama pozisyon vermedik. Tamamı yanlış sarı kartların yanında penaltımız da verilmedi. Hakem maçı istediği gibi yönlendirdi. Fenerle veya galatasarayla maç yapıyor gibiydik.

Landel-Hleb değişikliği hiç yaramadı. Orta sahadaki dinamizm kayboldu. Landel'in hızı bize savunmada da çok yardımcıydı. Hleb'in tekniği hunharca saldıran, bizle kavga eden, tribüne oynayan ve onu kullanan Bursasporlu oyuncuların karşısında dirençsiz kaldı. İrfan'ın Volkana olan nizami vücut darbesi onun sadece  dengesini değil ruhsal yapısını da bozdu ve İrfan'ı ayağıyla makasa aldı. Hakem faul bile olmayan pozisyon sonrasında İrfan'a sarı kart gösterdi. Bu durum hakemin tutumuna bakılacak olursa çok normaldi.

Mustafa El Kabir oyuna girdi. Guidoya çok benzeyen fizik yapısı ve oyun tarzı onun yokluğunda bu boşluğu doldurmuş oldu. Sürati ve dengesiyle birlikte etkili oldu ama hakem onu da durdurmayı başardı. Ona yapılan açık penaltıyı görmedi. Bence görmek istemedi. Bunun yanında Belluschi'nin tekmesine kırmızı kart çıkarmadı. Maçın içine etti dersek çok az söylemiş oluruz.

66'da hakemin tüm gayretlerine Josue karşılık verdi. Ona boş şut imkanı verdik ve Ramazan da topu içeri aldı.

Golden sonraki bölümde  Doğa ve Hakan'ın mücadelesi irade doluydu, göz doldurucuydu. Bizim göz yaşlarımız tutku ve kararlılık içindi. Şenol Güneş'in davranışları, Volkan'ın timsah göz yaşları, Serdar Aziz'in çirkefliği 3 puan içindi.

İrfan'ın sakatlandığı an, bizi gole götürebilecek bir kontra atak pozisyonuydu. Allah'ın adaleti bu olsa gerek. Sonucun hiçbir önemi, anlamı, değeri yok. Önce ortada tarafsız hakem olması gerekir. İrfan'ın sakatlanması dışında üzülecek başka birşey yok.



1 Şubat 2015 Pazar

18. Hafta: Gençlerbirliği 0 - 2 Çaykur Rizespor (01.02.2015 - Pazar)


Açıkçası bu kadar kötü geçen bir maçı hiç konuşasım yok. Madem bir yola girdik. Birşeyler karalamak gerekir. Zorlama yazı için kusura bakmayın.

İrfan, Tomiç, Doğa ve Ahmet Çalık'ın yokluğunda İrfan Buz'un nasıl bir takım çıkaracağı az çok belliydi. Takımın eksik olması, İrfan Buz'un daha kolay seçim yapmasına olanak tanıyabilir. Hatta çaresiz olduğu düşünülebilir ama ben öyle düşünmüyorum. Ne olursa olsun Sedat ve Petroviç bu takımda hiçbir zaman olmamalı. Peki yerlerine kimler oynamalıydı? Açık söylüyorum. Hiç farketmez... Stoperde Ferhat Görgülü pekala oynardı. Petroviç'in yerine ise oynayacak adam çok. Çağrı, Taylan, Mervan... Hepsi olur. Maç böyle bittikten sonra konuşmak kolay diyebilirsiniz ama bu konudaki fikirlerim sezon başından beri netti.

Kalede Ferhat'ın olması sürprizdi. Ramazan'ı yediği hatalı golden hemen sonraki hafta yedek bırakmak ne kadar doğru bilmiyoum. Ferhat 2. golü hediye etse de bu karara bir şey demiyorum.

Maç başladı. Defansın önünde Petroviç, onun önünde Gossoyla Uğur bazen de Guido vardı. Berat sağ tarafta, Stancu en uçtaydı. Şimdi böyle bir orta sahadan ne beklenebilir? Nasıl bir hücum planı düşünülmüş olabilir? Bence hiçbir şey düşünülmedi. Statik Petroviç'den zaten ümidim yok. Gossoyu forvete yakın bölgede, önceki maçlarda hep gördük. Koşuyor. Ceza sahasına giriyor. Top kapıyor ama hepimiz biliyoruz ki bu adamın oyun görüşü çok sınırlı. Uğur da bu anlamda pek farklı değil. Berat ve Guido da oyun kurmaktan çok golü düşünen futbolcular. Tamam, eksikler var falan filan. Peki Taylan bu takıma niye alındı? Kupa maçlarında oynadı. Pek iyi oynamamış olabilir ama en azından pas görüşü ve hücum özellikleri bakımından Petroviç, Gosso ve Uğur üçlüsünün her birinden daha üstün.

Yediğimiz ilk gol. Hiç öyle "Erken gol yedik." deyip geçiştirilecek türden bir gol değil. Eren bizim sağ tarafımızda bir maden olduğunu farketti. Berat'ı rahat geçtikten sonra önünde kanal gibi bir yol vardı. Ümit Kormaz'ın koşusuyla birlikte sürüklenen Hakan bu yolu tamamen açmış oldu. Eren bu yoldan su gibi aktı geçti. Sedat yalandan Eren'in peşine düştü. Petroviç olayları izlemekle kaldı. İçerde de Sercan, Tosiç'in markajından çok kolay kurtuldu. Pasın arasına geçmeyi kimse düşünmedi.

Geriye düştükten sonra golü daha çok aradık tabi ama sadece aradık. Değil gol, pozisyon bile bulamadık.

28. dakikada Gosso oyundan atıldı. Gosso'nun yaptığı hareketin sarısı falan olmaz. Tartışmasız kırmızı kart. Hakem ne yaptı? Önce sarı kart gösterdi. Bizim Gosso da yaptığı şeyi anlamamış gibiydi. Adama kasıtlı dalmadığını düşünüyorum ama bu harekette kasıt aranmaz. Gosso'nun hareketi, sınırların dışında sertlikteydi. Gosso niye itiraz etti anlamadım ama kart gerektirecek bir itiraz mıydı? Hakemin yanlış kararı, ikinci bir yanlış kararla düzeldi. Üst üste iki yanlış bir doğru doğurdu.

Şimdi, bazı şeyleri ısrarla tekrar etmeyi severim. Maçı yöneten zat, ismini, cismini hatırlamak bile istemediğim biri. Türk hakemliğinin markalaşmış ürünü (Bkz. Antep-Galatasaray maçı, Gençler-Fener maçı ve daha nicesi). Maçta hiç hakem olmasa daha adil olurdu. Kesinlikle. Bu insanın hakemlikle falan alakası yok. Aleyhimize veya lehimize verdiği kartlardan, faullerden dolayı değil. Sadece bu maç için konuşmuyorum. Verdiği kararlar oyun kuralları dışında. Takıma göre, futbolcuya göre, biraz önce çaldığı düdüğe göre, daha önce gösterdiği karta göre, futbolcunun verdiği tepkiye göre maç yöneten, aslında çok şaşırmadığım bir vatandaş. Maç başlamadan da hazırlıklıydım. Ne olursa olsun, öfkelenmeyecektim. Öfkelenmedim de.

"10 kişi daha iyiydik, gol bulabilirdik. İkinci yarı çabaladık." falan hepsi hikaye. Çaresiz çırpınışlardan ibaretti. Yediğimiz 2. gol de boşvermişliğin ürünüydü. 2 golde de Sercan Kaya sahnedeydi. Ferhat'ın topu oyuna sokarkenki dikkatsizliği sonuncunda top Sercan'a geldi. Defansımızın dangalaklığını farkeden Sercan soğukkanlılıkla topu çekip yayın oraya gelen Obraniak'a verdi. İçerde bir adamın etrafında 3 kişi (biri Petroviç!) bekleyen biz, Obraniak'a bomboş şut imkanı verdik.

Uğurla, Berat'ın gördüğü kırmızı kartlar doğruydu. Fenere vermezler, o ayrı konu.







27 Ocak 2015 Salı

17. Hafta: Gençlerbirliği 0 - 2 Beşiktaş (26.01.2015 - Pazartesi)


Çıkan kadro beklenen bir kadroydu ama her zaman söylediğim gibi Petroviç'in bu takımda yerinin olmaması gerektiğini düşünüyorum. İrfan, Stancu ve Tomiç'in yokluğu yaratıcılığı tamamen öldürdü. Hücumda Mervan, Guido ve Berat dışında etkinlik yoktu. Sadece Gosso bir iki kere içeri girdi. O pozisyonda da topu kontrol edemedi.

Doğa ve Gosso'nun tüm çabalarına rağmen ortadan hiç gidemedik. Arkaya koşan Berat'ı hiç kullanmamamız bizi kanatlara yönlendirdi. Hakan ve Halil çok çalıştı ama orta girişimlerinde de etkili olamadık. Sadece maçın başında Berat'ın kaçırdığı kafa pozisyonu vardı. Ama tabi daha önce de belirttiğim gibi İrfan, Stancu ve Tomiç olmaması bizi çok sınırlandırdı ve yine söylemek istiyorum Petroviç gereksiz, hatta fazlalıktı.

Beşiktaş topla daha çok oynadı ama nerde? Kendi yarı sahasında ve biz 11 kişi kendi yarı sahamızda beklerken. Berat, Gosso, Mervan ve Guido rakibi ısırmaya çalıştı ve sonuç olarak kalemize pek yaklaşamadılar. Dolayısıyla çok sıkıcı bir maç oldu. Beşiktaş'ın kalemize yaklaştığı anlar, Doğa ve Gosso'nun gereksiz faullerinin getirdiği duran toplardan ve kornerlerden oldu. Gereksiz çünkü, top ceza sahamıza yaklaşsa da tehlikeli olabilecek adam sayısı çokluğunda değillerdi. Öyle olsaydı bile geride bırakacakları boşluklar bize gol fırsatı doğuracaktı. Hoş, kontra atağı bir plan olarak hiç düşünmedik ama doğaçlama olarak Mervan, Guido ve Berat bu işi gerçekleştirebilecek özellikte futbolcular. Doğa ve Gosso'nun gereksiz faulleri, sarı kartına başvurmak için ortam arayan hakemin bu eyleme düşünmeden girişmesine olanak da tanımış oldu. Hadi bunu hoş görelim. Ersan'ın Berat'a çok daha fazla sertlikte arkadan girdiği pozisyona sarı kart gösterilmezse  artık iş çığırından çıkmış olur. Konuşmak istemiyorum artık bunları.

İkinci yarıya daha iyi başladık. İlk yarıda da öyleydi ama ilerde sadece Mervan etkili olabildi. O da bireyseldi. Rakibini kademesiz yakaladığında çok diri bir şekilde üstüne gidip önünü boşalttı. Bu özelliği takım adına bence çok değerli. Mervan demişken kritik yerlerde top kaptırsa bile oyundan çıkmaması gerekti. Çünkü yerine giren Antal onun kadar güçlü ve dengeli değil. İrfan, Stancu, Tomiç'in olmaması ve Landel'in de kulubede olmaması İrfan Buz'un Antal'ı kararsız kalmadan oyuna sürmesine sebep oldu. Bence Petroviç çıkmalıydı. Hem de kesinlikle. Hatta Guido da çıkabilirdi. Mervan değil. Bu konuda çok kararlıyım.

Kerim Frei'ın oyuna girmesi savunmamızın dengesini bozdu. Gökhan Töre'ye odaklanmışken, birebir oynamayı seven başka biri kafamızı karıştırdı. Çok tehlikeli bir yerde Doğa, Kerim'i düşürdü. Demba Ba'nın plasesiyle geriye düştük.

Golü yiyen takım tepkisi verdik ama yakaladığımız duran toplarda içeride kalabalık olmamıza rağmen pozisyon bulamadık. Hatta iki pozisyon varki orta kesmek yerine kanatta gereksiz oyalanmalarla topları kaptırdık.

Ramazan'ın yediği gol maçın iki taraf açısından da kafada bittiği an oldu. İçimden Ramazan'a kızmak gelmiyor ama bari golü yedikten sonra defansa laf söyleme. Hatana bahane arama. Onu aklamaya çalışma.

İrfan Buz kenarda çok üzgün gözüküyordu. Bence bu görüntüsü takımı sahiplenme ve benimseme duygularının geliştiğini gösterdi.

Sonuç, farklı mağlubiyet oldu. Gol atacağımızın çok zor olduğu bir maçtı. "Hiç gol yemeyebilirdik" gibi birşey söylemenin anlamı yok. Mağlubiyeti hak ettik.

Maçtan sonra "Yine kırmızı kart gördük" diye sitem eden Beşiktaş taraftarlarını gördükten sonra "Neden İstanbul takımı tutulur?" sorusuna verilebilecek cevaplara bir alternatif daha üretebiliriz. "Allah'ın adaleti" (Bkz. Nasreddin Hoca Fıkraları) bu takımlara ekstradan haklar verdi. Bu ekstra haklara sahip olmak bu takımları tutmak kadar basit bir olay. İstanbul takımı aşıklarının gözleri pamuk prensese aşıkmış gibi  kör oldu. Onların 3 takımdan ibaret sığ dünyaları, haddi hesabı olmayan hakem adaleti, adaletsizliği veya "Allah'ın adaleti'ni" göremedi. Baksalar da... Baktılar çünkü topu ayağından kaçıran Franco'nun Berat'ın topu alıp gole doğru ilerlemesine izin vermediğini görmediler. Bakmadıklarına değinmiyorum.


24 Ocak 2015 Cumartesi

Michel Landel

 

Bildiğimiz gibi devre arasında Orduspor'dan Landel'i aldık. Landel'in bir alt ligten gelmesi ve dolayısyla ününün hiç olmaması, haliyle onu tanınmamış bir futbolcu yaptı. Alt liglerdeki futbolu seven ve seyreden ben, bu isme çok aşinayım. Geçen sene üst taraftaki yarışın her daim içinde olan Orduspor'un bence en önemli oyuncusu Landeldi. Çoğunlukla orta sahanın göbeğinde oynadı. Onu sağ kanatta da gördüm. 

Benim için en keyif veren kısım tarzı hakkında konuşmak olcak. Çok farklı bir futbolcu olduğunu baştan söylemek istiyorum. Beni en çok çeken tarafı hızlı ve sürekli hareket halinde oluşu. Topla birlikte olsun, topsuz olsun hep hızlı, çabuk ve dengeli. Afrikalı futbolcuların bu fiziksel özellikleri şaşırtıcı değil tabi ama doğru bölgelere hareketlendiğini çok sık görmüyoruz. Landel çok zeki. Defansın önünde oynayan birinin geçen sene 9 gol atması da bunu doğruluyor. Landel sürekli ceza sahasına girdi. Topu yakaladığında da hep düzgün vurdu. 

Defanstan çıkarken olsun, gol yollarında olsun, oyunu Landel kuruyordu. Topu aldığında ani manevralarıyla ve gerektiğinde ekseni etrafında dönüp rakibin baskısından kolaylıkla kurtulabiliyordu. Bencil bir futbolcu değil. Pasları da isabetli. Pas tercihlerinde kararlı olması ve tek top oynadığında hemen konumunu değiştirmesi, onun dinamik, yani Gençlerbirliği'nin yapısına çok uygun biri olduğunu gösteriyor. 

Geçen sene Orduspor'un maçlarını izlerken "Bizde olsa keşke" diye iç geçirdiğimi düşündüğümde kendi adıma bir hayalin gerçekleştiğini söyleyebilirim. Büyük beklentilerimin boşa çıkmaması dileğiyle hoşgeldin Landel.

2014 -2015 Sezonu İlk Yarısı


Geride kalan 16 maç için genel konuşmak gerekirse bunların içindeki 2 maçı hiç işin içine sokmamak gerekir. Çünkü maç değildi bunlar. Fenerbahçe ve Galatasarayla oynanan oyun bir tiyatro oyunuydu...



















Sonuçları şöyle bir gözden geçirmeden önce 2. haftadan sonra, takımın Mustafa Kaplan yerine İrfan Buzla devam ettiğini hatırlayalım. Hatta, aradaki Eskişehir maçında, teknik direktör boşluğunda, Osman Nuri Işılar liderliğinde ve Cavcav'ın kadrosuyla sahaya çıktığımızı da hatırlayalım.

Rizeyle deplasmanda yapılan ilk maç, beklenen önyargılar üzerine inşa edilen sığ düşüncelerle başladı. Lafı uzatmamak için anahtar öbekler halinde yazıyorum; "Hiç adı duyulmamış, onu tanıyanların da yanlış tanıdığı Mustafa Kaplan", "Guido, Antal, Hikmet transferlerine ve en dikkat çekici olan Hacettepe'den 5 futbolcu gelmesine rağmen taraflı, tarafsız herkesin transfer yapmadı, kesin düşer dediği bir Gençlerbirliği...", "İyi bir hocaya ve takıma sahip olduğu düşünülen zengin Rizespor...". Tüm bu beklenti ve beklentisizliklerle başlayan bu maç, berabere bitmesine rağmen şaşkın tepkilerle karşılandı. Guido'nun güzel golünü ve iki direkten dönen kafa topunu kimse beklemedi. Hakemden hiç bahsemek istemiyorum. Gençlerbirliği'nin istekli, baskın hücum futbolu Mustafa Kaplan hakkındaki fikirleri birden değiştirdi.

Ertesi hafta Bursa maçında ilk yarıyı önde kapatmıştık ama maçın dönmesi, maçtan hemen sonra Mustafa Kaplan'ın takımdan kovulmasına bahane oldu. Olağan skandallardan sadece biriydi bu.

Bu maçlardan sonra üst üste alınan iki galibiyet bence ölçü değildi. Rahat kazanılmayan bu maçlardan biri o sıralar ligin zayıf takımı olan Balıkesire karşıydı. İrfan Buz'un ilk maçıydı ve çıkan kadro kendi fikirlerinden bağımsızdı ama oyuna müdahele konusunda bende çok kötü izlenimler bırakmıştı.

Bundan sonra yapılan 3 maçta çok kötü futbol oynadık ama son dakika golüyle kazandığımız Başakşehir maçıyla toplamda 4 puan aldığımız, aslında karlı çıktığımız bir dönemdi.

Takımdan hiç memnun olmadığım bu dönem Kasımpaşa maçıyla bitti. Bu maç bence Konyaspor'u 5-0 yendiğimiz maçtan sonra, en keyifli ve en iyi 2. maçtı. Nizamettin'in yokluğuyla yeni bir döneme girmiştik ama bunu sadece Nizamettin'e bağlamak da yanlış olur. İrfan düzenli oynamaya başladı ve eskisinden daha tutkulu ve daha güçlüydü. Tomiç, pasları ve golleriyle geri döndü. Mervan potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu kanıtladı.

Gençlerbirliği asıl kimliğini Konyaspor maçında ortaya koydu. Sahadaki 5 yabancı hariç tüm futbolcular bu kulübün altyapısından yetişen futbolculardı. Sonradan Artunla, Berat da girdi. 5-0'lık galibiyet sadece ayrıntıydı.

 

Ankaradaki Maçlar:

 











Pasolig boykotuyla birlikte boş tribünlere karşı oynanan maçlarda çok iyi sonuçlar almışız. Ankarada oynamak mı yoksa iç saha ve dolayısıyla rakiplerin dış saha psikolojisi mi buna sebep oldu bilmiyorum.

Deplasmandaki Maçlar:

 

Deplasmandaki görüntümüz sadece sonuç olarak değil oyun olarak da kötüydü. Kasımpaşa ve Rize maçlarında rakiplerimizi elimizden kaçırdığımızı düşünsek de bu takımların o sıralarda formsuz olduğunu da unutmamak gerekir. Galiba "Deplasmanda bir puan iyidir." gibi çok sıradan bir zihniyet bunlara sebep oldu. Önce maçları kafada kazanmayı ve kararlı olmayı düşünmesi gereken ilk kişi tabi ki İrfan Buz olmalı...

Futbolcu İstatistikleri:

 

   

  

    Kilit Futbolcular          Sürpriz Futbolcular            Hayal Kırıklığı

İrfan, Gosso, Ahmet Çalık      Guido, Tomiç, Halil İbrahim     Nizamettin, Petroviç, Antal





5 Ocak 2015 Pazartesi

16. Hafta: Mersin İdman Yurdu 1 - 1 Gençlerbirliği (05.01.2015 - Pazartesi)


Stancu'nun yokluğu önemli bir kayıp gibi gözükse de forvette Berat'ı görmenin heyacanı çok keyifliydi. İçten içe Stancu'nun yokluğuna seviniyordum. Anlık heyecan geçtikten sonraki düşünme süreci içinde bile bu fikrim mantıklı görünen yöne kaymadı. Çünkü Berat'ın gol sezgisi ve hevesi onu takımın en ucunda oynaması için ehil hale getiriyordu. En azından benim için böyle.

Maçın ilk yarısı için iki taraf sanki karşılıklı sözleşme yapmıştı. Şöyle bir sözleşme "İlk yarı rölanti geçsin, 0-0'a bağlayalım. İkinci yarı ne olursa olur. Topla siz daha çok oynayın, bizim yarı sahada geçsin oyun, biz de göstermelik bir, iki kontra atak yaparız. Deplasman takımıyız ya, bu şekilde adet de yerini bulur.". Maçta aşağı yukarı tek pozisyon Welliton'un yakından kafayla Ramazan'ın üstüne yavaşça vurduğu toptu. Ramazan da o kadar soğukkanlıydı ki "Top kesin üstüme gelecek" der gibi bir havası vardı.

Aslında sadece Türkiye'de değil tüm maçlarda böyle bir "gizli anlaşma" var. Favori takım genelde ev sahibi olur ve maç evsahibi takımı kontrolünde başlar. Cılız hücumlarla maç bir süre böyle devam eder. Eşitlik bozulduğunda geriye düşen takım ani bir tepki gösterir ve rehavete giren, yani öne geçen takımın üstüne kararlı bir şekilde gitmeye başlar. Bazen çok çabuk eşitlik sağlanır. Eğer eşitlik hemen sağlanmazsa topla daha çok oynayan taraf geriye düşen takım olur. Maça denge geldiğinde (gelirse) yine maç yeni başlamış gibi oynanır. Başka bir senaryoysa öne geçen takımın farkı ikiye çıkarması ki bu durum çok sık rastlanmaz. Basının futbol yorumcusu mensupları olsun, kahvede, barda, orda burda maç izleyen veya benim gibi maçı yazan bir insan, çoğunlukla, maçları sanki bu "gizli anlaşma" diye tabir ettiğim durum hiç bir zaman olmuyormuş gibi yorumlamaya kalkar. Bence maçı analiz ederken bu parametreyi kesinlikle işin içine dahil etmek gerekir. Kalıplarla konuşmayı çok seven biz, en basit türde denklemler oluşturduğumuz yetmezmiş gibi az sayıda parametre kullanarak kendimizi sınırlandırıp dar görüşlerden vazgeçmiyoruz.

Gizli anlaşma, maçın 40. dakikasından sonra bozuldu. Bizi neyin ateşlediğini hatırlamamakla birlikte genelde bu değişiklik rakip takımın önemli bir pozisyonu sonrası veya yine rakibin maçı kızıştıracak eylemlere girmesiyle olur. Bence kaptan burda devreye girmeli. Teknik direktör de olabilir. Herhangi biri de olabilir. Önemli olan bir liderin olması. Maç maça benzemediği anlarda liderin "Abi, Napıyonuz siz yaa" gibi bir tepki vermesi maçı değiştirebilir.

40. dakikadan sonra daha kararlı görünen ve gol isteyen bizdik. Rıza Çalımbay'ın "Ne kokar, ne bulaşır" anlayışı takıma da yerleşmiş gibi. Oktay'ın da uzunca bir süredir takımda olmaması Mersin'i öylesine oynayan bir takım haline getirmiş sanki. İlk yarı bittiğinde ikinci yarıya umutlu girdik.

51. dakikada, herkesin uyuduğu bir anda İrfan, Danny Murphy'nin paslarını gözümün önüne getiren bir pas attı. Bu pas, koşup koşmamak arasında ikilemde kalan Hakan'ın aut çizgisine doğru koşma kararı vermesine yardımcı oldu. Yerden atılan paslar içinde bence en fazla ustalık gerektiren bu pas hedeflenen noktaya ulaşana kadar hızlı olup hedeflenen noktada durur. İşte öyle bir pastı. İşin teknik tarafının dışında hayalgücü, kararlılık ve ince zeka gerektiren bu pas, rakiplerin tahmin etmediği yere doğru gitti ve rakiplerin arasından geçerek dışarı çıkmadan önce yavaşladı. Hakan yetişti, yetişemedi derken topu içeri çıkarmayı başardı. Berat, Hakan'ın topu göndereceği yerde hali hazırda bekliyordu. Gol sezgisiyle kastettiğim davranış işte bu. Berat'ın doğuştan gelen bu sezgileri, bir golcü için çok önemli bir yetenek. Markajsız kalması da, Mustafa Reşit Akçay'ın Gekas için kullandığı bir başka ifadeyle "Defanstan uzaklaşarak oynamak" gol sezgisiyle birlikte çalışan topsuz davranışlarla ilgili başka bir durum. Top gelir gelmez kaleyi hedeflemesi de kararlılık gerektirir. Defansa ve kaleciye düşünme fırsatı verip ona şut imkanı bile tanımayacağını bildiği için çoğu zaman yaptığı gibi topa gelişine vurdu. Kalecinin de topu içeri almasıyla Berat haklı çıktı. İrfan Buz bu golle birlikte önce önündeki basamağa dikkat ederek adımını attı. Kaygan zemini göz önüne aldı ve temkinli bir şekilde dengeyi sağlayarak düşmeden elleri havada gol sevincine ortak oldu.

Maçın başından beri en çok Guido dikkatimi çekti. Hızı ve dengesiyle birebirde rakiplerine üstünlük kurdu. Tosic stoperde, sorumluluklarının daha da arttığının bilinciyle oynuyordu ve iyiydi ama ben en çok Halil İbrahim'i beğendim. Aklıma ne yazık ki "Tam bir görev adamı" gibi klişe bir tabir geldi. Halil rakibin belki de en etkili adamı Nakoulmayı zahmetsiz durdurdu. Araya atılacak toplarda dikkat kesiliyordu. Bir anlık dalgınlığın pahalıya mal olacağını biliyordu ve bence en önemlisi soğukkanlılığı. Maç boyunca ondan hiç şüphe duymadım.

Gosso-Mervan değişikliği pek olumlu olmadı. Mervan'ın futboldan kopuk bir hali vardı. Çok iyi oynadığı maçları düşünüp onu bu halde gördüğüme çok üzüldüm.  

Öne geçmemizle birlikte rakibi geride karşılamaya başladık. Allahtan rakip etkili değildi. İrfan Buz el hareketiyle takımın ileri çıkmasını istedi. Bu harekete ve bunu farkettiğime sevindim ama bu direktife oralı olmayan takım gizli anlaşmanın esiri halindeydi.


Doğa'nın gereksiz faulü ona bir sarı kart, rakibe duran top yani yoktan bir pozisyon ve bir gol getirdi. Rakip zaten gol atacak bir aksiyona girmezken efendiliğiyle tanınıp onu inkar eden, hakeme ikide bir haklı haksız laf eden, çaresiz Rıza Çalımbay'a ve takımına gol fırsatı hediye ediyorsun. Olacak iş değil.

Golden hemen sonra Guido yerine Uğur girdi. Niye böyle bir değişiklik oldu? Anlamsızdı bence.

Son dakikalarda geriye çekildik ve İrfan'ın yerine Çağrı girdi. Bir nevi beraberlik istediğimiz doğrulanmış oldu ama Berat beraberliği istemedi. Mersin'in kendi yarı sahasında hiç adam bırakmaması sonucu gelişen pozisyonu başından sonuna kadar, bahis oynadığı atın gelmesini bekleyen adam gibi izledim. Berat topu önüne aldı ve hızını koruyarak kaleye yaklaştı... yaklaştı. hafif çaprazdaydı ve arkasından gelen rakiplerini hissediyordu. Berat kalecinin üzerine doğru gelirken, doğru bir anda ve doğru pozisyon alıp topa vurdu. Nihat topu çıkardı. Büyük bir hayal kırıklığıyla yerime oturdum.

Maçı kazanacaktık hem de Berat'ın 2 golüyle. "Acaba kalecinin üzerinden aşıramaz mıydı? Topun dibine giremez miydi?" gibi düşünceler içimi kemiriyordu. Tekrar gösterimlerde, kulübenin görüntülerini seyrederken pozisyon esnasında çok tutkulu görünen İrfan gözüme çarptı. Maç bittikten sonra kamera Berat'a odaklandı. "Hadi be, tüh..." şeklinde tepkiler veriyordu. Aslında gurur duymalı. Kırmızı siyah bu ve hep böyle olmalı. Çocuksu tutkuları ve derin hisleri olan genç bir takım.