16 Şubat 2015 Pazartesi

20. Hafta: Gençlerbirliği 1 - 2 Eskişehirspor (16.02.2015 - Pazartesi)

7'de başlayan maçın ikinci yarısı, 8'de başlayan Galatasaray maçıyla çakıştı. Maçları izlediğim mekana trafik yoğunluğundan biraz geç vardım. Maçın 10. dakikasında 1-0 önde olduğumuzu gördüm ve sevindim. Maçın ikinci yarısını izleyemeyeceğimi baştan söylediler. Ankarada, Ankara takımının maçını, Galatasaray maçı yüzünden belki hiçbir yer açmadı. Bu demektir ki Gençlerbirliği maçlarına kendi şehrinde oldukça az talep var. Bu bilinen gerçeğin bir kere daha yüzüme çarpması maçın ikinci yarısını kaçırmanın yanında bende ayrı bir hüzün yarattı. Maçı kaybettiğimize hiç üzülmedim.

Bence futbol seyircisi olarak futbolu ve bir takımı sevmenin, maç seyretmekten daha önemli başka bir olayı olamaz. Maçları seyretmedikten sonra maçları kazanmak ve bir süreç sonunda şampiyon olmak ve belki daha büyük başarılar elde etmek hiç önemli değil. Maçların heyecanı kendi içinde apayrı bir değer taşır ve eğer ortada bir heyecan varsa bunun bir düşünce süreci içine girmesi bu heyecanı öldürür. Yani maçı seyrederken bile skor, puan ve şampiyonluk hesapları yapmak hislerin uzağında bir konudur. Tabii ki insan hem düşünür hem duygulanır ama burda bir denge söz konusu, ikisi arasında ters orantı var. Lafı çok uzatmadan, demek istediğim, maç anı içindeki tüm gelişmeler maçın sonucu, puan tablosu gibi tüm hesaplardan kat kat daha değerlidir.

Seyredebildiğim 35 dakikaya gelirsek, 1-0 öne geçtiğimize pişman oldum. 1-0'a yatan biz ikinci yarıda ne oldu bilmiyorum, mağlubiyeti çoktan hakettik. Tamam, öne geçtik, skoru korumaya çalışıyoruz, rakip de gol arıyor. Böyle bir "gizli anlaşma" (bkz. Mersin maçı) var ama lütfen bu işin bokunu çıkarmayın. El Kabir'in direkten dönen topu dışında ortada hiçbir şey yoktu.

1-1'den hemen sonra Halil İbrahim'in pasında Stancu gelişine vurdu. Stancu'nun direkten dönen top sonrasındaki ikinci şut şansının gole dönüşmemesi berbat futbolumuzun cezasıydı. Allah'ın, işi doğru yaptığı anlardan biriydi bu. (Bkz. İlahi Adalet, Allah'ın adaleti, Nasreddin Hoca)

Üst üste 4. mağlubiyeti aldığımız bu maç bizi düşme hattına yaklaştırdı. Düşmek gibi bir korkum olmamakla birlikte düşmek pek umrumda değil. Eğer kötü oynayacaksak, yani hakediyorsak düşelim. Mücadele ve iyi oyun sonunda düşeceksek de düşelim. Alt ligde oynamak Gençlerbirliği'nin sonu olmayacak. Hatta alt liglerde çok daha adil bir futbol var.

Bugün başta biz zaten sayısı çok az Gençlerbirliği taraftarı olarak kendi takımımızın maçlarını izlemeyeceksek futbolculardan ruh falan beklemek yanlış. Yüreksiz futbol güzel olsa bile bunu istemiyorum. Başarı, hedef falan bu laflara girmeyeceğim çünkü tiksiniyorum.

Eskiden "Gençlerbirliği'nin taraftarı yok" laflarına kızardım. "Taraftarın niceliği değil, niteliği önemli" diye karşı çıkardım. Şimdiyse, kimse kusura bakmasın, az olan bizde ben hiçbir nitelik göremiyorum. Özet ve golleri izleyen, puan tablosu hesaplayan dandik 3 takım taraftarları bile değiliz. Sadece ben seviyorum bu takımı diye gururlanıp kendimi tatmin de ediyorum merak etmeyin ama 1'i Ankara nüfusuna oranlarsak virgülün sağında bile bir yığın sıfır görürsünüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder